Tüm dünyada hiçbir şeyin yeniden eskisi gibi olmayacağı günler yaşıyoruz. COVID-19 pandemisi herşeyi yeniden değerlendirmemize neden olacak kadar güçlü. Bugüne kadar 90 milyondan fazla olgu, 2 milyon ölüm ‘resmi’ kayıtlara geçmiştir. Halen günlük 700-800 bin yeni olgu bildirilmektedir.
Pandemi boyunca dalgalı seyir izlenmekle birlikte Eylül ayından başlayarak yeni tanı alan olgu ve ölümler artışa geçmiştir. Bu olumsuz sonucun tüm kesimlere eşit dağılmadığını, emekçiler ve dezavantajlı grupların burada da ötekileştirildiği sır değildir. Ama asıl sorun yitip gidenlerin ‘sayı’ değil ‘can’ olduğu gerçeğidir.
Birşey yapmazsak ne olur? Çok sayıda olgunun kısa bir zamanda etkilenmesi durumunda özellikle nüfusu fazla olan merkezlerde sağlık sisteminin kapasitesi hızla aşılabilmekte, bu da acil bakıma gereksinimi olan COVID-19’lu olguların bile yeterli bakımı zamanında alamamasına neden olmaktadır.
Ülkemizin avantajı, yaşlı nüfus oranının gelişmiş ülkelere göre düşük olmasıdır, ancak KOAH ve iyi izlenmeyen kardiyak, nörolojik, onkolojik, endokrinolojik olguların fazlalığı komorbid hastalığın eşlik ettiği olgulardaki etkiyi artırmaktadır.
Türkiye de halen salgını kontrol altına almaktan uzak ülkeler arasındadır. Bu durumda olan diğerleri ise ABD, Hindistan, Rusya, İngiltere, Brezilya, Meksika, Kolombiya, bazı Ortadoğu ve Avrupa ülkeleridir. Başarılı ülkeler arasında ise İsrail, Tayvan, Yeni Zelanda bulunmaktadır.
Pandeminin bitişini hızlandıracak önlemler birkaç başlıkta incelenebilir: 1. Nüfusun çoğunluğunun bağışıklanması, 2. virüsün hızla baskın ve ‘iyi’ bir mutasyon geçirerek adeta kendini imha etmesi, veya 3. hastalığı kendi haline bırakarak kitle bağışıklığı sağlanmasıdır. Olgu fatalite hızı %3-5 kadar olabilen bir hastalıkta kitle bağışıklığı stratejisi çok büyük sayıda ölümlere yol açacağından doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Nitekim İngiltere Ocak-Mart ayları arasında bu yöntemi izleyeceğini açıklamış, ancak bunun toplumsal maliyetini farkederek bir süre sonra geri adım atmıştır. Hastalığın yayılmasına engel olacak kapanma (lock-down) önlemleri alındığında aşılamanın getirdiği bağışıklama için yeterli zaman kazanılacak, yani daha kolayca önlemler alınabilecektir.
Kapanma için ön koşullar nelerdir? Hastalığı bitirmek veya eradike etmek için ‘kapanma’ her zaman kulağa hoş gelse de devletin ‘sosyal’ yönünü geliştirmesiyle, yani esnafa, çalışanlara ve genel anlamda topluma gerekli desteği vermesiyle olasıdır. Kuzey Avrupa ülkeleri bu konuda iyi bir sınav vermekte, gelişmekte olan ülkeler ise gelir adaletsizliğini daha da keskinleştirecek şekilde başarısız olmuştur.
Ülkemizde yakın zamanda tüm nüfusun güvenli bir aşı ile bağışıklanması çok olası görünmemektedir. Şu ana kadar ülkemize sadece 3 milyon doz aşı getirilmiştir. Bu da ancak sağlıkçı sayısını karşılamaktadır. Aşının %80 civarında etkili olacağı tahmin edildiğinde toplumun %70’ten fazlasının aşılanması gereklidir. Bu noktada risk gruplarına, komorbiditesi olanlar ve yaşlılara, riskli sektörlerde çalışanlara öncelik verilmesi şarttır. Pandeminin kontrol altına alınabilmesi ve bulaş zincirinin kırılabilmesi için kitlesel aşılanmaya ek olarak sosyal destekle birlikte kapanma yaşamsaldır.
Kapanma nasıl olmalı? Öncelikle, birkaç önlem birlikte alındığında çok daha etkilidir. Kapanma etkin bağışıklama programı ile birlikte yapıldığında kısa sürede sonuç alınması olasıdır. Israil bu yöntemin en iyi uygulayıcısı ülkelerden biridir.
Bazı ülkeler tam kapanma uygularken bazıları kısmi yöntemler benimsemiştir. Örneğin gelişmekte olan ülkelerden bazıları okullar dahil neredeyse tüm sektörleri kapatırken, daha yüksek refah düzeyine sahip batı Avrupa ülkeleri okullarda eğitimin devamına karar vermiştir.
Halbuki, okul öncesi kurumların ve ilkokulların kapalı kalması kısa, orta ve uzun vadede:
Çocuklara
Kadınlar
Ailelere
Öğretmenlere
Topluma büyük zarar vermektedir.
Yaşlılar eve kapatılmalı mıdır? Saatlik veya yaşa özel kısıtlamalar tam kapanma yerine geçmez. Yaşlılar COVID-19 için şiddetli hastalık ve ölüm açısından yüksek risk taşıyan grup olduğundan korunması gerektiği açıktır. 20 yaş altı ise daha çok taşıyıcı rol üstlenmektedir. Aşılanma ile birlikte fiziksel uzaklık, hijyen gibi önlemlerin yürütülmesi etkili sonuç getirecektir. Ancak kişilere gerekli sosyal desteğin sağlanmadığı durumda sokağa çıkma kısıtlamalarına uyulmayacak ve ekonomik gerekçelerle sürekli yasak delinecektir. Ülkemizde Nisan-Mayıs aylarında sokağa çıkma kısıtlamasını ihlal eden bir vatandaşın kameralara söylediği ‘Koronadan değil, açlıktan mı ölelim?’ sorusu bu durumun kristalleşmiş halidir. Optimal çözüm için reçete halkın sağlık çalışanları ve kurumlarıyla işbirliği halinde olmasıdır. Birşeyler buyuran, halkın da uymasını bekleyen devlet geleneği yerine yerelden merkeze tüm kararların alınması ve uygulanmasında halkın katılımını önceleyen gelenek etkin olduğunda o maskeler çenede veya dirsekte kalmayacak, indireni de marketçi Halil amca uyaracaktır. Ayşe teyze karara dolaylı da olsa katıldığında asker oğlunu evden ve ‘gönülden’ uğurlayacaktır.
Türkiye‘de aşıların kitlesel uygulanma sürecinin hızla başlatılması gereklidir. Buna hazırlık yapılırken takvimin netleştirilmesi doğru olacaktır. Kaç doz aşı geleceği, hangi grupların öncelikli olacağı, bu aşıların hangi merkezlerde depolanıp hangi personel ile, nasıl uygulanacağı gibi birçok sorun net olarak yanıtlanmalıdır. Açıklık, şeffaflık, hesap verirlik ve bilimselliğin kesişim kümesinde güven oluşur ve aşı karşıtlığı zayıf düşer. Gri noktalar, bulutlu havalarda ise tersi geçerlidir.
Aşılarla ilgili isteğimiz, nitelikli, bilimsel verilerle güvenli ve etkili aşıların geliştirilmesi ve bu aşıların tüm sonuçlarının açıklanması sonrası risk gruplarına öncelik veren eşitlikçi bir yaklaşımla ücretsiz olarak toplumun en geniş kesimlerine uygulanmasıdır.
Her şeyin en iyi koşullarda gerçekleştiği ideal durumda bile, mutasyona uğramış virüs hastalığının ne boyutlarda yayılacağı, hastalık şiddetinin nasıl olacağı yönünde birçok belirsizlik söz konusudur. Tüm etkenleri birlikte düşünüldüğünde ‘pandemiler çağı’na girdiğimiz ortadadır. Dünyada kullanılan aşıların koruyuculuğunun ne kadar süreceği bilinmediğinden maske, fiziksel uzaklık, hijyen ile uzun yılları birlikte geçireceğimiz söylenebilir. İnsanlığın doğaya kar hırsı ile saldırmasının sonucu olan pandemilerin son bulması için gittiği yoldan ayak izlerine basarak geri dönmesi, doğayla barışması zorunludur.
Özgür Karcıoğlu